Haziran 14, 2011

Aç Kal, Budala Kal ! / Steve Jobs.

Aç Kal, Budala Kal ! / Steve Jobs.

“Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!
Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.

İlki noktaları birleştirmekle ilgili.

İlk 6 aydan sonra Reed Üniversitesinde derslere girmeyi bıraktım, ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım. Okulu neden bıraktım?
Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için herşey hazırdı. Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin esasında bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: “Elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz?”. Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailemin verdikten sonra ikna oldu.
Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim, ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra, buna değmeyeceğini farkettim. Hayatımla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.. Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.

Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için 7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum. Çok güzeldi. Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra benim için paha biçilmez deneyimlere dönüştü.
Bir örnek vereyim: O zamanlar Reed Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu. Kampüsteki her poster, çekmecelerdeki her etiket, çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti. Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim. Serif ve san serif yazı karakterleri, değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim. Çok güzeldi; tarihsel ve sanatsal olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı ve ben bunu muhteşem buldum. Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu. Ama on sene sonra, ilk Macintosh’u tasarlarken, bir anda aklıma geliverdi. Bunların hepsini Mac’te kullandık. Mac güzel bir tipografiye sahip ilk bilgisayardı.

Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım, Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları doğru orantıda kullanan fontlara sahip olmayacaktı. Windows da Mac’ten kopyaladığına göre, hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir. Okulu bırakmamış olsaydım, o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım, ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi. Tabii ki üniversitedeyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda herşey çok ama çok berraktı.

Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor.
Bir şeye güvenmelisiniz ; tanrıya, cesaretinize,  kaderinize,hayata,karmaya,herhangi bir şeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi.

İkinci hikayem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili.
Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım. Woz (Steve Wozniak) ve ben Apple‘ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık, ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh’u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım.
Ardından kovuldum.
Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz? Şöyle: Apple büyük bir şirket haline geldiği için biz de şirketi benimle birlikte yönetebilicek, yetenekli olduğuna inandığım birini işe aldık ve ilk sene işler iyi gitti. Fakat daha sonra, geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve bir noktada koptu. Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. Hem de herkesin gözü önünde. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yok olmuştu, bu büyük bir yıkımdı.
Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış, rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim. Dave Packard ve Bob Noyce’dan bu başarısızlığım için özür diledim. Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı, yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim. Apple’da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti. Dışlanmıştım ama hala aşıktım. Ve yeniden başlamaya karar verdim.

O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu.Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti, hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim. Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim.

Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum, Pixaradında başka bir şirket, ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum. Pixar’da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story‘yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. İnanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple NeXT’i satın aldı, ben Apple’a döndüm ve Apple’ın yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Ve Laurence ile harika bir aile kurduk.
Apple’dan kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.

Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.

Devam etmeme sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım. Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin.

Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın.

Üçüncü hikayem ölüm hakkında.
On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum:
“Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.”
Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim? Uzun süre art arda, “Hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.
İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları – tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.
Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok.

Bir yıl kadar önce bana kanser teşhisi kondu. Sabah 7:30 da girdiğim ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu. Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkansız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler. Bu, çocuklarınıza ilerideki 10 yıl içinde söyleyeceklerinizi birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti. Bu, aileniz rahatı için gerekli herşeyin kısa zamanda yapılması demekti. Bu veda etmek demekti.

Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, boğazımdan bir endoskop soktular, mide ve bağırsaklarımdan geçerek bir iğneyle pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar. Ben narkozla uyutulmuştum, fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları attığını söyledi. Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Ameliyat oldum ve şimdi iyileştim.
Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam. Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır.
Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat’ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu.

Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey ikinci planda.


Gençliğimde, bizim neslin kutsal dergilerinden biri sayılan, The Whole Earth Catalog adında inanılmaz bir yayın vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960′lardan kalma, masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, dergi formatında bir Google gibiydi: idealistti, anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu.

Stewart ve ekibi bunun birçok baskısını yayımladılar ve dergi miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970′lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri.
Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: “Aç Kalın, Budala Kalın (Stay Hungry. Stay Foolish).”Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. Aç Kalın, Budala Kalın. Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, sizin için de aynı dilekte bulunuyorum:

Aç Kalın, Budala Kalın.
Steve Jobs.

Haziran 13, 2011

Nokia ve Microsoft: Mobil Pazarı Kaçıranların Kardeşliği

Nokia ve Microsoft: Mobil Pazarı Kaçıranların Kardeşliği

Google’da her istediğimi bulamadığım 2000’li yılların başında dergilerde okuduğum önemli haberleri kesip saklardım. Bugün sizinle Business Week dergisinde 22 Mayıs 2000 tarihinde yayınlanan “Wireless in Cyberspace” raporundan alıntılar yaparak birşeyler paylaşacağım (http://www.businessweek.com/2000/00_21/b3682028.htm). Raporun hemen başında da görüleceği gibi, IBM ile Nokia’nın 1 milyar USD’lik bir yatırımla “Sanal Kablosuz İletişim Şehri” kuracakları haberi yer alıyordu. Öyle ki, Helsinki Wireless Virtual Village (HWVV) olarak tanıtılan bu şehirde 2005 yılı itibariyle ilk 1 km çapta yer alan 1,000 firma ve 5,000 kişi mobil internet’ten yararlanacaktı. Sonra bu proje planlandığı gibi gerçekleşmedi.
Bu gelişmeden önce, Nokia 1999 yılında Kablosuz Internet’in geldiğini çok iyi bilerek IBM ile zaten işbirliği yapmıştı. Infoworld’un 1 Kasım 1999 tarihli sayısında “Wireless Race” adı ile çıkan bu haber aslında Nokia’nın bu pazara çok sıkı asılacağını gösteriyordu: http://books.google.com.tr/books?id=804EAAAAMBAJ&pg=PA49&lpg=PA49&dq=Infoworld+November+1+1999+Wireless+Race&source=bl&ots=eF8ixmfgPA&sig=y_nZYgUVq4uuvbcrJ43uqXq4PDg&hl=tr&ei=fFv0TfKdOMnHsgaE3ZWsBg&sa=X&oi=book_result&ct=result&resnum=1&ved=0CBcQ6AEwAA#v=onepage&q=Infoworld%20November%201%201999%20Wireless%20Race&f=false
1999 yılından alıntı bazı önemli istatistikler sanırım pazarın ve gelişimin durumunu net açıklıyor:
1. ABD‘de mobil telefon penetrasyonu %25 iken, Nokia’nın üretildiği Finlandiya’nın da yer aldığı İskandinav ülkelerinde %60’dı.
2. ABD’de mobil telefonların %40’ı analog’du. Yani eyaletler arasında roaming yoktu. Bir başka eyalete gittiğinizde yeni telefon kiralamanız gerekiyordu.
3. İskandinav ülkesi İsveç’in en önemli firması Ericsson 5 yıl sonra toplam mobil telefon abonesinin 1.1 milyar’a, bunun da 400 milyon’un mobil internet’e sahip olacağını söylemişti.
4. Dünyada mobil internet kullanıcı sayısı 2004 yılında ne yazık ki 400 milyon’a ulaşmadı. 400 milyon sınırı ancak 2009 yılında geçildi. Bu gecikme Nokia ve Ericsson’un moralini bozdu ve pazara olan güvenleri azalarak mobil internet’i destekleyecek ürün çıkarma iştahlarını da ortadan kaldırdı.
Halbuki Infoworld’da her 2 firmanın yer alan prototipleri ne kadar da heyecan vericiydi (Nokia ve Ericssoun’un 1999 yılındaki mobil internet prototiplerini yazının resminde görebilirsiniz). Ama 2004 yılına geldiğimizde Nokia 4 yıl önce tanıttığı prototip’i ürün haline getirmemişti ki, BBC’nin web sitesi bu ürünün prototip fotoğrafını kullanmıştı:http://news.bbc.co.uk/2/hi/in_depth/business/2001/3g/default.stm
Peki Nokia niye mobil internet pazarını kaçırdı? Bu konuda birçok yorum var. Bilişim sektörüne yıllarımı verdiğim için bazı gelişmelerin de yakın takipçisi oldum. Örneğin Symbian işletim sisteminin çıktığı yıllarda yapılan yorumları hatırlıyorum. Sanırım Nokia’nın 3 sorunu vardı: İlki “erken öten horoz olmak”, ikincisi Symbian işletim sistemi, belki de en önemli sorunu işler bu kadar büyürken şirketin merkezini ABD’ye taşımak yerine Finlandiya’da bırakmasıydı. Böylece vizyon konusunda kısır kalmaya mahkum olmuştu. Zaten bunun böyle olduğunu Nokia CEO’su Stephen Elop’un 11 Şubat’ta yaptığı açıklamalardan belliydi. 2010 yılında Ar-Ge’ye Apple’ın yaptığının 2 katını (4 milyar USD) harcayıp, bunun %70’ini de Symbian için kullandıktan sonra, Microsoft ile anlaşma yaparak, Windows 7’yi (ve sonra çıkacak platformlarını) bundan sonra işletim sistemi olarak kullanacağını açıklaması ile bugüne kadar yapılan hataların listesini de ortaya dökmüş oldu. Microsoft tarafından gönderilmiş Truva Atı olmakla suçlanan CEO Elop’un konuşmasından beri Nokia hisseleri %50 değer kaybederken, 2007 yılında Apple’ın iPhone’u çıkarmasından beri de %75 değer kaybetti.
Nokia’nın acınası durumunu bir kenara bırakıp kurtarıcısı Microsoft’un Windows 7 işletim sistemi hakkındaki yorumlarımı da paylaşıp, kimin kimi kurtaracağı fikrini sizlere bırakayım. Ben yıllardır Microsoft Windows Mobile işletim sistemi kullanıcısıyım. Her türlü sıkıntısına (bug) karşın asla vazgeçmedim. O yüzden birçok eleştiriye de maruz kalmadım değil. Son 5 yıldır da HTC telefon kullanıcısıyım. Günün sonunda mobil telefonumu gerçekten bir bilgisayar gibi kullanıyordum. 2011 yılı itibariyle bakış açım tümüyle değişti. Neler mi oldu? Mobil telefondan beklentilerin çok yükseldiğini ve tek bir cihazın her iş için kullanılamayacağını hisseden Apple, iPad’i kullanıma sunmuştu. Önce iPad kullanıcısı oldum. Sonra heyecanla Windows 7 Mobile’ı beklemeye başladım. Bu yüzden HTC’mi de değiştirmem 1 yılımı aldı. Neyse Windows 7 Mobile yüklü HTC’mi kullanmaya başlayınca hayal kırıklığım tavana vurdu. Öncelikle “Tasks” fonksiyonu yoktu. Yani Windows’un temel ürünü, Microsoft tarafından mobil versiyona konmamış, 6 ay sonra dışarıdan bir firmanın ürünü olarak mağazaya eklenmişti. Eski versiyonlarda kullandığım birçok fonksiyon ortadan kalkmıştı. Örneğin “Kişiler” de kişi ve şirkete göre sıralama, şirket’e göre arama ile, kişiler içine alınan notlara göre arama da ortalıkta yoktu. Yani Microsoft en çok eleştiri aldığı “yüksek bellek harcıyor” konusunu belki halletti ama zaten yeni çıkan telefonlarda da bellek sorunu ortadan kalkmış oldu. Yani müthiş yanlış bir zamanlama yaptı.. Dünya ve Türkiye’de birçok şirket personeline mobil telefon numarası veriyor. Hatta bu numaralar kişilerin iş kartlarında da basılmaya başlandı. Sonuçta yöneticilerin 2 tane mobil numarası mevcut. Ama Microsoft Windows 7’de tek bir mobil numara girişi var (diğerlerinin de durumu farklı değil). Sonuçta sms göndereceğiniz kişinin sadece tek bir numarasına gönderim yapabiliyorsunuz. Diğer numarasına sms atmanız için önemli bir şaklabanlık süreci geçirmeniz gerekiyor. Bir de benim gibi, kişinin 2. mobil numarasını “Car Phone” diye kaydettiyseniz yandınız. Çünkü yeni işletim istemi bu numarayı telefonun ekranına bile getirmiyor. En komik tecrübemi sizinle paylaşarak konuyu noktalayayım. Bundan yaklaşık 1 ay önce Kınbrıs’a gittim. Orada telefonumu açtığımda KKTCELL operatörüne (Kuzey Kıbrıs Turkcell) girdim ve onu kullandım. Sonra Türkiye’ye döndüm. Her gün telefonumu akşamları kapatıp, her sabah açtığımda sevgili Microsoft bana Kıbrıs nostaljisi yaşatmaya devam ediyor. Çünkü telefonumda operatör olarak hala KKTCELL gözüküyor. Yani “bug kültürü” Microsoft’ta aslında devam ediyor.
Sonuç olarak, Microsoft, geçmişte çok bug’lı da olsa bir karizması olan işletim sistemi modelinden çıkıp bir Apple kopyası haline gelmiş. Ama kötü bir kopyası. İşte bu işletim sistemi Nokia’ya ilaç olacak.
Finlandiya ekonomisine %37.3 katkısı olan ve bugün geldiği durumla satın alınacak şirket konumuna düşen Nokia’yı günün sonunda Microsoft kurtaramazsa, Finlandiya hükümeti mi kurtaracak, merak ediyorum.


alphanmanas.com'dan alınmıstır.

Sosyal ağlar ve Hocam

Mağlumm sınavlar bitti geldik memlekete iş güç çalışmak derken insan üniversite ortamınıda özlemiyor desem yalan olmaz, su günler bir geçse üniversite yeniden başlasa  keşşşke!!! Diyerek simdiden askerlik gibi gün saymaya basladım desem yalan olmaz...Böyle bir psikolojiye sahipken işden eve gelip koltuğa uzanıp kucagımıza aldıgımız pcmiz ile açtıgımız ilk site coğumuzun feysbok!!! Artık işlevinden iyice sapmaya başlayan, her gelenin elini kolunu sallayarak girdiği, binlerce sahte profillerin oldugu, sapıkların cirit attıgı bir ortam haline gelen bir platform! Böyle bir ortam bizim gibi kullanıcılarından oluyor olmak da zorunda ! Bu durumla karsı karşıyayken nette arastırdıgım kadarıyla suan türkiyedeki üniversite öğrencileri için en düzgün seviyeli platform olan hocam.com'a üye olmak lazım dedim.Onlarda bu işi gerçekten cok ciddiye(iyikide alıyorlar almasalar netlog yonja facebookdan farkı ne ? ) alıyorlarki oraya üye olmak için epey bi aşamadan geciyorsunuz mesala bu yazımda bakmayın aslında bir aşama diyebiliriz :) Kabaca dolandığım sitede kaliteli , sahte olmayan , düzgün seviyeli bi kullanıcı kitlesine sahip.
O yüzden bende www.hocam.com ' a üye olmaya karar verdim! Hepinize öneririm arkadaşlar! 
Not: üniversite okumuyorsanız hiç boşuna uğraşmayın almazlar :)