Şubat 22, 2012


İyi bir fikrin kapınızı çalmasına her an hazırlıklı olmanız lazım


Alphan Manas: “İyi bir fikrin kapınızı çalmasına her an hazırlıklı olmanız lazım” [Röportaj]

10 Ocak 2012|Levent Daşkıran | Konuk Yazarlar

Aklınıza iyi bir fikir geldiğinde gözler hemen bu fikre destek olacak bir yatırımcı aramaya başlar. Peki bir yatırımcının fikri değerlendirirken bakış açısınedir, fikri destekleyen kişi olmak nasıl bir yaklaşım gerektirir? Detayları Alphan Manas ile konuştuk. 
Bugüne kadar birçok sektöre girip çıkmış bir iş adamı. Birçok fikri hayata geçirmiş bir girişimci, bir o kadarına da destek vermiş bir yatırımcı. Bizi nasıl bir geleceğin beklediğini hayal ederek gerçekçi senaryolar ortaya koymaya çalışan bir fütürist. 50 yıla yaklaşan yaşamına çoğumuzun aklına bile gelmeyecek hayaller sığdırmış, bunların bir çoğunu da gerçeğe dönüştürmüş bir kişi Alphan Manas.
Aslında Alphan Manas’ı tanımlarken kullanabileceğiniz çok fazla sıfat ve unvanvar. Ama biz BTnet.com.tr olarak kendisiyle bir araya geldiğimizde özellikleyatırımcı ve fütürist yönlerini ele alalım istedik. İşte kendisiyle gerçekleştirdiğimiz yaklaşık 1 saatlik sohbet sırasında Sayın Manas’a yönelttiğimiz sorular ve cevaplar.
Size ve yaptıklarınıza genel olarak baktığımızda birçok farklı özelliğinizin ön plana çıktığını görüyoruz. Sizden bugün kendinizi bize birkaç cümleyle tanımlamanızı isteseydik, hangi niteliklerinizi öne çıkarmayı tercih ederdiniz?
Ben kendimi yenilikçi biri olarak tanımlıyorum. Sahip olduğum yenilikçi anlayışı hayatımın her alanına yansıtarak her noktada bir farklılık yaratmak istiyorum, bugünle tatmin olmuyorum. Bu nedenle sürekli bir sorgulama içindeyim.
Bu yalnızca kendi üzerimdeki sorumluluğu artırmakla kalmıyor, insanların benim üzerimdeki beklentilerinin de artmasına neden oluyor. Gösterdiğiniz çaba ve elde ettiğiniz başarıların sürekliliği konusunda üzerinizde böyle bir baskı olması, kendi kendini motive etmek zorunda olan birinin üzerine ek yük bindiriyor. Bu süreç çoğu zaman beni yoruyor, bezdiriyor, hatta depresif bir ruh haline bürünmeme sebep oluyor. Ama depresyon iş hayatı için iyidir. Çünkü arada şöyle bir dibe dokunmak insana tekrar yükseğe sıçramak için ihtiyacı olan enerjiyi veriyor.
İş yaşamımda şimdiye kadar birçok alana girip çıktım, çok sayıda proje inceledim ve hayata geçirdim. Bunların bazıları bana çok para kazandırdı, bazıları da bir o kadar kaybettirdi. Başarılı olduğum kadar başarısız olduğum işler de oldu. Ben karakter itibariyle başarısızlığı kabul eden biri değilim. Bu duygu başaramadığım zamanlarda yeniden denemek için en büyük motivasyonum oldu.
Girişimci ve yatırımcı kimliğinizle öne çıkan bir iş adamı olarak, internet ekonomisinin Türkiye’deki potansiyeline nasıl bakıyorsunuz?
Ben internet ekonomisinin yarattığı fırsatların Türkiye’de her şeye rağmen sınırlı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda ABD ile kıyaslandığında Türkiye’deki internet ekonomisinin potansiyelini ortaya koyarken nüfusa ve satınalma gücü paritesine bağlı bir ölçümleme yapamıyoruz.
Bir örnek vereyim: Amerika’daki nüfusun Türkiye nüfusunun 4 katı, satın alma gücü paritesinin de 7 katı olduğunu düşünün. Her iki oran tek başına Amerika’daki başarılı internet projelerinin Türkiye’deki başarılı projelere oranla katsayısını ortaya koyamıyor. Diyelim ki iki oranı çarptık ve 28 sonucuna ulaştık. Yani diyeceğiz ki Amerika’daki başarılı projelerin sayısı Türkiye’deki başarılı projelerden 28 kat daha fazladır. Bunu da diyemiyoruz, çünkü burada bambaşka dinamikler devreye giriyor. Yatırımcının bu tarz projelere olan iştahı gibi, melek yatırımcı ağı gibi.
Bu konuyu biraz açalım. Yeni başlayan projelerin en büyük sıkıntısı para bulmaktır. Girişimciler para için ilk olarak espriyle karışık 3F olarak isimlendirilen family (aile), friends (arkadaşlar) ve fools (hadi bunlara da saf diyelim) kaynaklarına başvururlar. Sonrasında da risk sermayesinin, melek yatırımcıların devreye girmesi beklenir. ABD’de her yıl bu tarz projelere yatırım yapmak isteyen 250-300 bin kişilik bir melek yatırımcı ağı başlangıç aşamasındaki oluşumlara her yıl 20 milyar dolar civarında para akıtıyor.
Türkiye’deki internet projelerinin potansiyeline dönecek olursak, bence Türkiye’de klon projeler arasında seçilmiş olanların bir şansı var. Klon proje derken eBay, Groupon gibi şirketlerin iş modelini kopyalayarak Türkiye’de uygulayan girişimlerden bahsediyorum. Bunun için de projenin ya stratejik ortağa satılması, ya da ölçek ekonomisi için yeterli bir risk sermayesine sahip olması şart.
Tüm bu anlattıklarımın ışığında ben Türkiye’den bir Facebook çıkma şansı olmadığını düşünüyorum. Bence bu alanda iyi bir fikri olan bunu öncelikle Amerika’da hayata geçirirse başarıya ulaşma şansı daha yüksek.
Bu arada melek yatırımcı ağı adına Türkiye’de yeni bir oluşuma gidiyoruz. Yakında Türkiye’nin en büyük melek yatırımcı ağını hayata geçireceğiz. Gelecekte kendi ağımız üzerinden çok önemli projelere destek vereceğimize inanıyoruz.
İnternet ekonomisi sizi çekiyor mu? Kendi adınıza yakın zamanda bu alanda gördüğünüz fırsatları değerlendirmeyi düşünüyor musunuz?
Şimdiye kadar birçok sektörde yer aldım, herhangi bir sektör bağımlılığı oluşturmadım. Girmediğim iki sektör gayrimenkul ve finans sektörüdür ki, bunun sebebi de bu sektörlerde kendimden katabileceğim bir şeyler olduğuna inanmamam.
Genelde girdiğim sektörü çok çabuk öğreniyorum, başarılı bir şeyler ortaya koyunca da odağımı başka bir sektöre veriyorum. Daha önce başarılı olduğum bir sektöre tekrar girip benzer işler yapmamayı tercih ediyorum. Bunun sebebi, aynı sektörde yeniden benzer şeyler yapmaya niyetlendiğimde daha önce yaptığım işlerin ölçek ve başarısının bir eşik olarak karşıma dikilmesi. Örneğin internette daha önce Bilyoner’e imza atmıştık, bugün ona en yakın proje olan Hepsiburada.com ile aralarında iki misli fark var. Şimdi internet alanına girip bir proje yapsam bundan daha iyisini yapmam lazım. Enerjimi daha kolay çözüm üretebileceğim bir potansiyele yönlendirmek daha mantıklı geliyor.
Yine de bu interneti odağımızdan uzak tuttuğum anlamına gelmiyor. Örneğin internet üzerinde topluluk yönetimli akıllı içerik ve tecrübe paylaşım ağı olarak özetlenebilecek inploid adlı bir projenin destek verenleri arasındayım.
Sosyal medyaya bakışınız nasıl? Aktif olarak kullanıyor musunuz?
Açıkçası ben günümüzde kişisel markanızı sahiplenmenin ve güçlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu görüşümün bir uzantısı olarak da sosyal medyaya önem veriyorum ve aktif olarak kullanıyorum. Sosyal medyada iletişim halinde olduğum insanlardan gelen veya ilginç olduğunu düşündüğüm her fikri mümkün olduğunca takip etmeye ve dikkate almaya çalışıyorum. Bu bana biraz vakit kaybettiriyor ama aldığım fikirlerin sağladığı ek faydalar harcadığım zamanın hakkını fazlasıyla veriyor.
Özellikle sosyal medya platformunu kullanarak fikirlerini sizinle paylaşmak isteyen ve destek arayışında olan pek çok kişi olduğunu tahmin edebiliyorum. Bu kişilerden gelen talepleri değerlendiriyor musunuz, nasıl önceliklendiriyorsunuz?
80’li yıllarda ürüne odaklı çalışıyordum. 90’ları çözüme odaklanarak geçirdim ve 2000’li yıllardan sonra da iş modeline odaklandım. Bu bana önemli bir tecrübe ve bakış açısı kazandırdı. Temelde ürün ve çözüm üzerine geniş bir birikimim olduğu için iş modeli kurgulama konusunda başvuran da çok oluyor. Başvuranların çoğunu fikir sahibi öğrenciler oluşturuyor. Bunun yanında çok ilginç şirketlerin ilginç projelerle geldiği de oldu.
Burada önemli olan, iyi bir fikir kapınızı çaldığında o fikri birikimli ve hazır olarak karşılayabilmek. Gerçekten iyi bir fikrin kapıyı ne zaman ve nasıl çalacağı, kimden geleceği hiç belli olmuyor.
Bazen de bir fikri alıp değiştirerek iyi bir fikir haline getirmeniz gerekiyor, bu potansiyeli sezebilmek de önemli. Örneğin benim de dahil olduğum Dragons’ Den programında bize sunulan ve pizza kutularına uygulandığında pizzaları sıcak tutmak üzere tasarlanmış bir maddeyi, 6 aylık araştırma geliştirme çabası ve bolca yatırım eşliğinde asfalt üzerindeki karı veya uçak kanadındaki buzu eritecek bir ürüne dönüştürme yoluna gittik. Böylece kullanım potansiyelini ve potansiyel kullanım hacmini de önemli ölçüde artırmış olduk.
İyi bir fikrin gerçekten iyi bir fikir olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
Bu kararı bir süredir içgüdüsel olarak veriyorum. Bu içgüdüsellik ise ağırlıklı olarak bilgiye dayalı, sezgisel yaklaşımın başarısında bilgi birikimi çok önemli. Bu özellik bende zamanla gelişti. Bilgi ve tecrübe geliştikçe insanın hayata bakışı ve algılama şekli de değişiyor. Örneğin bundan 15 yıl önce çok iyi olduğunu düşünerek peşinde koştuğum bazı fikirlere bugün baktığımda komik olduklarını düşünüyorum.
Size ilginç gelecek belki ama, yatırım kararlarını verirken çıkarılmış bir bilişsel haritam da var. Bir anlamda sahip olduğum içgüdüsel sezgilerin nereden kaynaklandığını gösteren bir tablo gibi. Tabii burada birlikte çalışmayı düşündüğünüz, diğer bir deyimle fikri size getiren kişinin sizde bıraktığı his de önemli.
Sık sık “Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu” adlı bir sendromunuzun olduğunu, ancak bunun sizin için bir ayak bağı olmaktan öte iş yaşamında önemli bir avantaj sağladığını ifade ediyorsunuz.
Doğrudur, görünürde bu sendromun getirdiği bazı dezavantajlar var. Dikkatini uzun süre bir noktada odaklayamamak veya bir takım şeylerden çabucak sıkılmak gibi. Kendinizi eğiterek bunun bir bölümünün üstesinden gelebiliyorsunuz. Zayıf kaldığınız diğer alanlarda ise beraber çalıştığınız ekibin tecrübesi sizi tamamlıyor.
Ama bu sizi aynı zamanda yaratıcı, mükemmeliyetçi, sürekli arayış içinde olan biri haline getiriyor. Yaratıcılığımdan önsezilerime kadar bu rahatsızlığa çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Hatta bu durumun bir girişimci olarak şu an sahip olduğum tüm altyapıyı sağladığını bile söyleyebilirim.
Bu tür kişilerin en büyük sorunu süreklilik sorunudur. Bir noktaya odaklanamamak sürekli bir çözüm arayışında olmayı gerektiriyor. Sırf bu nedenle rekabeti sevmiyorum. Çünkü rekabet uzun süreçlere dayalı, sabır isteyen bir konu. Ben rekabetten sıyrılmak için yenilikçilik tarafına eğiliyorum, kendime başkalarının koşmadığı kulvarlar açma arayışına giriyorum. Bu nedenle yaptığım işlerin hepsinde ya münhasırdım, ya da 3-4 şirket oldu ama piyasa hep arz lehine şekillendi.
Sizin bir de fütürist şapkanız var. Fütürizm denildiğinde de hep teknolojinin geleceğine ışık tutan “teknoloji falcıları” anlaşılıyor. Sizin anlaşılmasını istediğiniz şekliyle fütürizm nedir?
Türkiye’de Fütüristler Derneği kurulduğunda Teknoloji Holding’in kurucu ortağıydım. Biraz da bundan olsa gerek, sanki hep teknolojinin geleceği üzerinde odaklanıyormuşuz gibi bir algı söz konusu oldu. Her yılın sonunda gelecek tahminlerine yönelik yazılan makalelerde basının odağı haline gelmemiz de üzerimizdeki Nostradamus algısını iyice körükledi.
Fütürizmin geleceğe dair senaryolar kurgulamaktır, bu doğru. Ama fütürizm sadece teknolojiye odaklanmaz. İnsanı ilgilendiren her konuya odaklanır. Ayrıca fütürizm stratejik planlamayla da çok örtüşür. Çünkü geleceğe dair vizyonu ortaya koymaya, gerçeğe dönüşebilecek gelecek senaryoları üretmeye odaklı bir anlayışı vardır.
Türkiye’de gelecek vizyonunu ortaya koymak adına somut çalışmalarınız var mı?
Milenyum projesi kapsamında 2012 yılı Haziran ayında TÜSİAD ile birlikte Türkiye 2030 raporunu ortaya koyacağız. Bu şimdiye dek Türkiye’nin geleceğine dair öngörüleri içine alan en kapsamlı rapor olacak. Raporun odağı ise insan olacak. İnsan ve insana dair olan her şey.
Teknolojinin hızlı gelişimi uzun dönemli gelecek tahminlerinizi zora sokuyor mu?
Eskiden Uzay Yolu gibi dizilerin geleceğin yaşamına dair tahminlerine baktığınızda tahminin yapıldığı zamanla öngörünün gerçeğe dönüştüğü zaman arasında önemli bir zaman farkı olduğunu görürdünüz. Oysa durum değişti. Hep verdiğim bir örnek vardır: 2002’de gösterime giren Azınlık Raporu (Minority Report) filminde 2054 yılında kullanıldığı hayal edilen ve ışıklı eldivenlerle kullanılan ekran arayüzü 2007 yılında çalışır halde hayata geçirildi. Bir diğer örnek olarak elektrikli araçlar şu ara gündemde. Pilleri az gidiyor, İstanbul’dan çıksa Ankara’ya gidemiyor diyoruz. Ama belki de 3 yıl sonra öyle bir pil teknolojisiyle karşılaşacağız ki şu endişelerin hepsi geriden kalacak.
Kısacası süreçler sürekli beklentilerin ötesine geçerek rekabet avantajı sağlayacak çözümler ortaya koyuyor ama maliyetler de artıyor. Eskiden 300 milyon dolara ilaç Ar-Ge’si yapılırken maliyetler bugün 1,5 milyar dolara çıktı. Bunun sebebi, bir şeyi artık daha da ileri götürebilmek için daha yeni araçlara, daha hızlı çözümlere ihtiyaç duymanız. Bir an için gelişimi bir piramit gibi düşünün. Sürekli piramidin üzerine çıkmaya çalışıyoruz ama biz çıktıkça oyun alanımız daralıyor, sahip olduğumuz araçların niteliği ve fiyatı artıyor.
Piramidin üzerinde yaşamak için daha fazla bilgi gerekiyor. Daha fazla bilgi sahibi olmak için, daha fazlasını gözden çıkarmak şart.

Aralık 08, 2011

http://www.youtube.com/watch?v=imbFjtX0Gc0

Gelecek güzel gelecek diyoruz buna inanıyoruz ama 1 numaradaki buluşun savaş sanaayi ile alakalı olması gerçekten üzücü yenede izliyelim.